AK Parti Sağlık Sektörünü Sermayeleştiriyor
Soner Çetin’in Prof Dr. Zeki Kılıçaslan ile Türkiye’deki sağlık uygulamalarıyla ilgili röportajı:
Sağlık sektörü Ak Parti hükümeti ile beraber sermayeleşti mi?
Sağlık neo-liberal politikalarla birlikte savaş ve petrol gib inanılmaz büyük boyutlara varan bir sermaye egemen sektör haline gelmiştir. Sağlık bir kamu hizmeti olması gerekirken başta ABD de olduğu gibi tam bir piyasa ilişkisi haline gelmiştir. Kamu kuruluşları da piyasalaştı ve özel sektörün payı çok arttı ve bu devam ediyor.
Ak Parti, hükümeti zamanında sağlık hizmetlerinin iyileştirdiğini söylüyor…
Türkiye’de geçmiş yapı “doktor egemen” bir yapıydı. Halkın ulaşamadığı, kamu kuruluşları dışında yüksek ücretlerle özel muayenelerde ulaşabildiğin bir sağlık hizmeti söz konusuydu. Halkın ulaşımı çok düşüktü. Ak Parti ilk başta sağlık hizmetini halka yaklaştırdı, ulaşılabilirliği artırdı. Buradaki bir amacı da bir şeyi piyasalaştırmak için değerli haline getirmelisiniz teziydi. Yaptıkları ilk değişiklikler zaten esas olarak bizim savunduğumuz ve savunmamız gereken şeylerdi. Örneğin SSK hastaneleri ile devlet hastanelerin birleşmesi olumlu bir şeydi. SSK’lı hastalar ilaca ulaşamıyordu. İdari düzenlemeler, hastanelerin yenilenmesi güzel şeyler. Fakat bizim karşı çıktığımız şey şu. Piyasalaştırma ve özelleştirme.
Halkta seçimlerde bu hizmetleri destekledi ama…
AK Parti kısa dönemde bunu yaparken halk bunu destekledi evet. Çünkü kendine verilen hizmet arttı. Fakat orta ve uzun vadede planları sağlığı piyasalaştırmak ve özelleştirmekti. Şimdi kamu hastanesinde bile işlerin çoğu özel sermaye grupları tarafından yürütülüyor. Şu anda zaten sağlık sektöründe özelin payı %30’lara çıktı. Sağlık harcamaları önemli ölçüde gereksiz ve kar amaçlı olarak olağanüstü derecede artıyor ve SGK giderek tıkanıyor. Bu gelecek açısından felaket bir tablo. Türkiye’de bugünkü yapı sürdürülemez.
Son dönemde vatandaşlardan hastanelerde ek ücretler ödemeye başladı sanırım?
Zaten son yıllarda görüyoruz. Katkı payları artırılıyor, SGK ‘lılar özel hastanelerde büyük farklar ödüyor ve gelecekte daha da fazla olacak şekilde SGK nın verdiği sağlık paketi küçültülüyor. Yakında bununla ilgili yasa çıkacak. Tamamlayıcı sigorta diye. Sen şu an SGK’lı isen hem SGK haklarını hem özel sigorta haklarını beraber kullanamıyorsun. Fakat ileride kullanacaksın bu yasayla beraber. Piyasalaşmış bir sağlık sektörü müşteriyi arttırmak ister.
Sağlıkta müşteriyi nasıl arttırırsınız?
Hasta olmayan bir durumu hastalık hale getirirsin. Bir değişiklik veya doğal varyasyon sonucu olan ve ilaç gerektirmeyen “hatalıklara” ilaç yazarsınız. Bir ilaçla geçecek hastalığa birden fazla ilaç yazarsınız. Piyasayı böylece büyütürsünüz. Sağlıkta kapitalizm bu şekilde işler. Tüketici ile satıcı arasında olağanüstü eşitsizlik vardır sağlıkta. Örneğin siz buzdolabı alacaksınız. Buzdolabının nasıl olduğu diğer firmalarda fiyatlarının ne kadar olduğunu bilirsiniz. Fakat sağlıkta bu yoktur. Sen bir doktorun, hastanenin karşısında karşı tarafın dediğine mahkûmsundur. Senin başın ağrıyorsa ve doktor sana MR çekelim derse, “Hayır, MR gereksiz” diyemezsin. Eşitsiz bir ilişki vardır. Vatandaş da artık buna uyanmış durumda 1 hastalık için 10 hastaneye birden gidiyor.
ABD’de kişi başı sağlık harcaması 7500 $ iken Türkiye’de bu rakam 1000 $. Fakat kişi başı alınan sağlık hizmetine baktığımızda Türkiye Amerika’nın üstünde,kişi başına ortalama daha fazla hekime başvuruyoruz , daha fazla MR çektiriyor, daha fazla ameliyat oluyoruz. Demek ki fiyatları uluslararası seviyeye getirsek, Türkiye’nin bütün parası sağlık sektörüne akacak.
Devlet kendi parasını vermiş olmuyor mu?
Doğru mu bilmiyorum ama şöyle bir efsane var. Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ, güya şöyle demiş. “Oyları bu Recep alıyor bu Recep” , bence biraz da haklı. Sağlık ciddi şekilde politikayı etkiliyor. İdeolojik olmayan bir vatandaşa sorduğunuz da adam hizmet olarak sağlık, duble yol gibi şeyleri söylüyor. Halkın paraları SGK üzerinden uluslararası ve ulusal sağlık sanayicilerine akıtılıyor. Fakat bunu devlet sürdüremeyecek. Sürdürmek için borçla dış kaynak kullanıyor. Bunun için Türkiye ciddi vergi topluyor ama kazançtan, kardan vergi almıyor. En adaletsiz şekilde herkesten eşit alınan dolaylı vergilere yükleniyor, tüketim üzerinden vergi alınıyor. Türkiye dışındaki ülkelerde tüketim vergisi %45 iken biz de bu %70 civarında.
Peki, Tıp fakültelerinde kontenjanlar sermayeleşen sağlık sektörü yüzünden mi sürekli artıyor?
Bunlar “hekim” değil de tahlil, tetkik ve reçete yazacak “yetkilendirilmiş şahıs” mı yetiştirmek istiyorlar, düşünmeden edemiyor insan. Doktor eksikliğimiz var evet ama hemşire eksikliğimiz çok daha değil mi? Bunu niye düşünmüyoruz. Sağlık hizmeti şu an bakım hizmetine doğru gitmektedir. Yaşlı nüfusumuz artıyor. Ve bakım ihtiyaçları artıyor. Evinde veyahut yarı bakım evlerinde insanca bakım sağlayacak insanlar gerekir. Hemşire sayımız OECD ülkelerine göre 4-5 kat az iken bu sağlık endüstrisi hemşire istemez, çünkü hemşire tetkik yazmaz, MR çekmez, reçete yazmaz. Bunlar MR çekecek, reçete yazacak yetkili insanlar arıyor. Bu yüzden “hekim” gerekiyor. Artık ne kadar “hekim” olup olmadığı ona kalmış. Ne kadar kendini yetiştirirse o kadar hekim olabilir. Biz şu an da bunun derdini yaşıyoruz. Kontenjan artırımına ek olarak, Mısır’dan Suriye’den öğrenciler geliyor eğitime.
Öğrenciler de bu durumdan rahatsız. Bıraksak 1 yıllık-6 aylık hekimlik kursları açacaklar. Yetkili şahıs yetiştirmek istiyorlar hekim değil. Kaliteli hekimler belli üniversitelerde illa ki yetişir. Fakat vatandaşa, yoksul insanlara bu esas olarak sağlık endüstrisinin ihtiyacı olan “yetkili şahıslar” bakacak, eğer böyle giderse.
*Girişte italik olarak sarfedilen söz, Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan & Alaz Kılıçaslan’ın beraber kalame aldığı “Kapitalizm Sağlığa Zararlıdır” kitabında yer alan ‘Aşırı Tanı ve Tedavi’ isimli makalesinden alıntıdır.